Doğa, Sanat ve Felsefe
Üzerine
Yunus Güneş
ders BELGELİĞİ Çalışma Grubu, 25 Mart 2015 tarihli Yunus Güneş
Söyleşisi
Yaşadığınız on yıllık süreci göz önünde
bulundurduğunuzda sanatçının, doğayla ilişkisini nasıl
değerlendirirsiniz?
Ben, köyde doğdum, büyüdüm, sonra şehre geldim. Çocukluğum
köyde geçti. Tabiatı sevdim, tabiat içinde oldum ve tabiatı
çok derinden algıladım. Onun, öğrettiği şeylerin neler
olduğunu hissettim, öğrendim, bildim. Tabiatın bana öğrettiği
şeyler, en sağlam şeylerdir. Onlar, hiç unutmadığım, hiç
şaşmadığım şeylerdir. Yerçekimi nasıl bir gerçekse; tabiat
içindeki yaşam tarzı da o kadar gerçektir.
Ben, on sene içerisinde öyle bir alanda hareket imkanı buldum.
Bunu, büyük bir şans olarak görüyorum. Bu şansı herkes elde
edebilir; kendisi için yaratabilir. Büyük, şehir merkezinde
karanlık bir atölye kurmaktansa, istediği sonuçları elde edene
kadar, şehre yakın, geniş alanda, açık bir yerde çalışmak;
insanın kendisiyle yüz yüze kalması, gerekirse yine kapalı
ortamda çalışması; başkaları kişinin kendi gündemini
değiştirmeden, başkasının etkisi olmadan, doğrudan kendi
kendini yönetmesi daha iyidir.
Böyle bir alanda çalışırken bir yönden sağlık da
kazanıyorsunuz. Günde 2 saat kadar kazma, kürekle veya budama
aletleriyle bahçede çalıştım. Bahçeyi önce düzene soktum,
kendi istediğim ağaçları dikmek üzere ağaçları söktüm, yeniden
düzenledim. Bazı ağaçları, kendi istediğim ağaçları
yetiştirmek için aşıladım. Günde 2 saat bahçe ile ilgilenirken
hem ben sağlık kazandım, hem de bahçe sağlık kazanmış oldu.
Bahçede çalışırken kan dolaşımınız hızlanır, güçlenirsiniz,
beyniniz beslenir, iyi şeyler düşünürsünüz, daha yaratıcı
olursunuz.
Öyleyse ''sanatçının tek ihtiyacı olan şey tabiattır''
diyebilir miyiz?
Sanatçının en büyük ihtiyacı; kendisiyle baş başa kalmak,
kendisiyle yüz yüze gelmek ve kendisiyle yüz yüze gelen insan
tasarımını, bütün samimiyetiyle ortaya koymaktır; başkasının
etkisinde kalmadan, doğrudan bir özne olarak hareket halinde
olmak, onun enerjisini kullanıp bir maddeye dönüştürmek ve bir
sanat eseri üretmektir. Çok yüksek değerde bir ürünü ortaya
koymak için dünyanın en güçlü devletine gitmeye hiç gerek yok.
Sanatçının kendi iç dünyasını, kendi ortamını, kendi
donanımını kullanarak ve kendisiyle yüz yüze gelerek,
samimiyetle çalışması çok önemlidir. Eğer bütün
samimiyetinizle ortaya bir şey koyduysanız sizin bu ürününüz;
kültürün, sizin elinizle ortaya koyduğu sonuçtur ve ben, bunu
çok değerli buluyorum. Sanatta, başkası gibi olmak, başkasına
öykünmek, bir başka sanatçının taklidini yapmak yani;
samimiyetsizlik kötü bir şeydir.
Eğer bir şey yapıyorsanız, o size ait olmalıdır. Sizin
kimliğinizi taşımalıdır. Sizin kan dolaşımınızın, sizin
enerjinizin, sizin zihinsel gücünüzün, sizin kültürünüzün ve
bütün tecrübelerinizin bir sonucu olarak ortaya çıkmalıdır.
Eğer çıkıyorsa bu tabii ki içten bir iştir. Ben, bunu bir
sanat eseri olarak kabul ediyorum. Eğer bir işte samimiyet
yoksa siz ne kadar kaliteli derseniz deyin, onda büyük bir
eksiklik ve bir dış arıza vardır. Biz onu reddediyoruz. Ortaya
çıkan ürünün bir değer olabilmesi için; taklit eden değil,
tasarlayan sanatçı olmak gerekir. Taklit edilen ürün, bir
başkasının eriştiği özel bir noktadır. Onu bir başkası tekrar
ettiğinde, belki bir değeri olur ama bu, ilk tasarımın taklit
eden kişide sürmesidir. Bunu, taklit eden kişinin ortaya
çıkardığı ürün olarak kabul etmemek gerekir. Bu nedenle de
sanat, bir yerel özellik taşıyan, evrensele katılabilen,
yerelde üretilmiş bir değerdir. Sonuç olarak, eğer sanat eseri
evrensele katılabiliyorsa o bir yerselliğin, yüksek değer
erişimiyle evrensele katılmasıdır. Bu, bir nehre başka bir
akarsuyun katılması ve onu çoğaltması gibidir. Böyle bir
metafor kullanılabilir.
Tabiat ve yersellik böyle bir anlam kazanmaktadır. Tabiatın
anlamı kırsal hayatsa; kırsal hayatın avantajları çoktur,
ancak hem şehirde olup hem kırsal hayatı yaşayabilmek çok daha
önemlidir. Böyle bir ortamda daha iyi başarılar elde
edilebilir. Tek başına şehri değil, tek başına kırsal hayatı
da değil, ikisini birlikte yaşamak çok daha önemlidir. Ben,
bunu size de tavsiye ediyorum.
Tabii ki şehirle bağı koparmamak gerekir, çünkü medeniyet
şehirlerde gelişir. Medeniyet, şehir kültürü demektir. Şehirle
bağı koparmadan, hayata, kırsal ortamın avantajlarını
ekleyerek yaşamak gerekir. Ancak buradaki gelişim bir yere
kadardır. Bir yerden sonra daha öteye geçilmez; sürekli tekrar
eden bir döngü vardır. Kırsal hayatın bize sağladığı zihin
sağlığı, gündemden etkilenmeme, amaca kilitlenme ve amaca
ulaşma yolunda engellerle karşılaşmama durumudur. Fakat daha
yüksek ürünler elde etmek için bir süre sonra gündeme göz
atmak gereklidir.
İnsan neden sanat yapma ihtiyacı duyar?
İnsani ihtiyaçlarını karşılayan, yemek içmek, solumak gibi
altyapı sorunlarını halletmiş bir kimse için sanat ve ahlak
gibi üstyapı kurumlarıyla ilgili doğal bir istek ortaya çıkar.
Bu, insanın etki yaratma ihtiyacından kaynaklıdır. Ben, sizi
etkilemek için ses, görüntü, hareket, çeşitli davranışlar veya
çeşitli üretimlerde bulunuyorum. Eğer onların her birini sizi
etkileyecek kadar kullanabiliyorsam, yaratıcılığımı
kullanmışsam, bazı düzeyler elde etmişsem ve içtenlikle
yapmışsam bu yapılan işlem; bir sanat işlemi sayılabilir. Bu
yüzden altyapı sorunu olmayan her insanın sanat yapma ihtiyacı
ortaya çıkar.
…Ben, eğitim-öğretim alırken sanat alanında eğitim-öğretim
yolunu seçtim. O alanda başarılı olduğumu gördüm, ürünler
ortaya koydum, o alanda çalışmalara katıldım. Belli bir eğitim
düzeninin içinde tamamlayıcı bir ekip insanı olarak çalıştım.
Yalnız başına bir sanat tasarımcısı değil, aynı zamanda bir
eğitimci olarak, toplumun içerisinde yer aldım. Bu, bizim
kendimize biçtiğimiz bir misyondur ve toplumsal bir görevdir.
Ben bir sanatçı olarak sadece bu toplumda yerini almış bir
kimse değil; hem bir eğitimci, hem bir baba, hem aile reisiyim
ama en başta eğitimciyim. Bu konuda bir profesyonel olarak
çalışıyorum. Bu güzel sanatlar alanının belli bir eylemini
eğitim bakımından yerine getiriyorum. Bir yandan da bir sanat
üretimi yapmak istiyorum. Bu iki şey, birbirini destekliyor ve
çoğaltıyor. Sanat yapmamızın ya da benim sanata olan ilgimin
nedeni bu... Böyle söyleyebilirim.
Felsefi bir dünya görüşünü amaçlayan bir kimse, kendi
aklına dayanma cesaretini neden göstermelidir?
Neden diye sormamalı, çünkü; nedeni zaten kendisidir. Kişinin
kendi akıl gücünü kullanması, ona güvenmesi, üretmesidir. Bir
insanı, insanlaştıran nedendir bu... Bizim, diğer
yaratıklardan farkımız zaten budur. Başkasının peşinden
sürüklenerek değil, kendi aklımızı esas alarak, onu
geliştirerek, ona güvenerek yaşamı yürütüyorsak, kendi
tercihlerimizi ön planda tutuyorsak, taklit etme gibi
davranışlardan uzaksak, kendi kişiliğimizi, kimliğimizi
tamamına baktığımda, başkaları da hayatın tamamına nasıl bakar
diye merak ederim ve bunu merak etmek gerekir. Biz, hayatın
tamamı hakkında bir takım şeylere sahip olmak istiyoruz.
İnsanın ürettiği her şeyi gözden geçirmek istiyoruz. Felsefe
de bunu yapar. Biz çağımızdan sorumlu insanlarız. Biz
kendimize felsefeci demesek de, bizim de hayata bir bakışımız
vardır. Ama tabii ki o bakışı yapan kişinin donanımı da çok
önemlidir. Nasıl bakıyorsunuz? Sizin baktığınızla benim
baktığım bir midir acaba? Bunlar farklıdır ve her insanın
kendi gözüyle gördüğünü söyleriz. Kendi gözü derken; akıl
gözünden söz ederiz değil mi? Asıl olan kavramlarla, aklımızla
bakarız. Bizim kendimizi geliştirmemiz için sürekli okumamız
gerekiyor. O sürekli okumalar bizi başkalarıyla tanıştırır.
Ben, sanatçıların yazdıklarına da çok değer veririm.
Sanatçıların, yazılarını okurum. Sanatçıların yazdıkları ile
sanatçı olmayanların yani, sanat tarihçilerinin yazdıkları çok
farklı şeylerdir.
Sanat tarihçileri, sanatın ne olduğunu bilmeden, geriden nal
toplayarak gelirler. Felsefeciler hep ileriye doğru giderler,
kendi içinde tutarlılıkları vardır. Felsefecilerin
yazdıklarına çok değer vermek gerekir. Onun için önce
sanatçıların ve felsefecilerin yazdıklarını okumak gerekir.
Edebiyat, sanat tarihçiliği, psikoloji, sosyoloji bunlar daha
sonra gelir.
Türkiye’de iyi sanatçı olup da yazı yazan birkaç kişi vardır.
Nurullah Berk, Bedri Rahmi Eyüpoğlu gibi değerli sanatçılar
vardır; konuştukları ve yazdıkları çok değerlidir. Onlar,
sanat yapan insanlardır. Düşünüş tarzları çok önemlidir.
Nelere dikkat ettiklerine, neyi nasıl anladıklarına bakmak
gerekir. Sanatçılar, kısa da yazsa onların söylediklerinde
mutlaka bir şeyler bulursunuz. Onlar, sonuçlar alıyor,
deneyler yapıyor, bazı sonuçlara gidiyorlar. Hayatın
kendisidir o, bir gerçektir. Gerçek çok değerlidir, gerçeği
yakalamaya çalışır sanatçı, kendine göre öznel de olsa bir
gerçek yakalar. Bu öznel gerçekliği, nasıl yakalamış, o
konudaki düşüncesine bakmak lazım.