Bir adım
daha atıyorum: şiirde düşünce ve ifade birbirine bu kadar
sıkı sıkıya bağlı olunca, hiç şüphe yok ki, şiiri,
kelimeleri üzerinde en fazla hakimiyet ve kudrete, en derin
bilgiye veya, hiç değilse, ataklığımı ölçüsüzlüğe
götürmeyecek bir kesinliğe malik olduğum bir dilde
yazmalıyım: bu dil de, hiç şüphesiz anadilidir. Şaire bir
hazine olan kavramlar ve hayaller dünyasını ruhumuzda
kelimeler yoluyla biriktirdiğimiz için, anadili her şeyden
önce ve en körpe yaşlarımızda içimize yer eder. Bundan
dolayı şair en kolay onunla düşünecek ve ifadeleri en kolay
onda bulacaktır: bir şaire kaçınılmaz şekilde gerekli olan
hayallerin zenginliğini ve renkleri onda bulacaktır:
Tanrıların habercileri saydığı gök gürültülerini, şimşek
parıltılarını onda bulacaktır. Bizim düşünüş tarzımız sanki
onun içine ekilmiştir ve ruhumuzla kulağımız ve lisan
organlarımız onunla beraber şekillenmiştir – öyle ise
kendimi anadilimden daha iyi nerede ifade edebilirim?
Anadili güzellikte, gönlünün oğlu, memesinin yavrusu,
ellerinin yetiştirmesi olmuş, şimdi de en iyi yıllarının
sevinci olan, ihtiyarlığının ümit ve şerefi olacak olanın
gözünde, tıpkı vatan gibi, bütün öteki dillerden üstündür.
İçinde
yetişmiş olduğum dil, benim dilimdir:
çünkü
Montesquieu’nün de işaret ettiği gibi, güzellik hakkındaki
bütün kavramlarımız üzerimizdeki ilk kuvvetli izlenimle
ilgilidir, ruh sonraları idrak ettiği her hayali hemen bu
izlenime geri götürür ve ekseriya çenede bir gamzeciği,
Alkibiades’in konuşmasında olduğu gibi, hoş bir peltekliği
ve bunun gibi sevimli özellikleri güzel bulur, çünkü bunlar
ruhun, kendisine göre şekillendiği ilk örneğe uygundurlar –
işte bunun gibi anadili de hatta özelliklerindeki bir sürü
gariplikler ve ufak sevimli zaaflar ile bir güzellik
örneğidir. Nasıl bir çocuk bütün hayalleri ve yeni
kavramları eskiden bildiği şeylerle kıyaslarsa: bunun gibi
bizim ruhumuz da bütün konuşma tarzlarını gizliden gizliye
anadiline uydurur. Bu anadilini ruhumuz, diller arasındaki
ayrılığa daha derinden nüfuz etmek için, dilinin ucunda
saklar: onu, eğer yabancı dillerin şurasında bir açıklık ve
boşluk, burasında bir zenginlik ve bolluk keşfederse,
kendininkinin zenginliğiyle sevinsin ve mümkün olabildiği
yerde, fakir taraflarını da yabancı hazinelerle
zenginleştirsin diye göz önünde bulundurur: anadili öyle bir
yol göstericidir ki, onsuz şair bir sürü yabancı dillerin
labyrinthinde yolunu şaşırır: anadili şairi bir sürü yabancı
konuşma tarzlarının uçsuz bucaksız okyanusunda batmaktan
koruyan ağaç kabuğudur: o, dillerin şaşırtıcı çoğunluğuna
birlik getirir. Ben yabancı dilleri, kendi dilimi unutmak
için öğrenmem, yetişmemin kazandırdığı adetleri değiştirmek
için yabancı milletler arasında dolaşmam; ben vatanımın
yurttaşlık haklarını kaybetmek için başka bir tebaaya geçen
bir yabancı olmuyorum: çünkü o zaman kazanmaktan fazla
kaybederim. Bilakis, yabancı bahçelerden, sırf dilime,
düşünüş tarzımın bir nişanlısı gibi, çiçekler getirmek için
geçerim: yabancı adetleri, kendiminkilerini yabancı bir
güneşin olgunlaştırdığı yemişler gibi vatanımın Genius’una
sunmak için, görürüm.