Bu sevda,
yabancı dilde öğretim sevdasıdır. Dikkat edin, yabancı dil
öğretme sevdası değil, yabancı dilde öğretim sevdası.
Vazgeçilmesi zor bir sevdadır bu.
Çünkü, ilk
bakışta doğru sanılan, ama özde çok yanlış olan birtakım
inançlara dayanmaktadır. Hem de yaygın birtakım inançlar:
''Türkçe, bilim dili olarak yetersizdir. Türkçede kaynak
kitap yoktur. Halk, çocuklarını İngilizce okutmak için
çırpınıyor.''
İsterseniz, sonuncusundan başlayalım: Halkın çırpınışı,
çocuğunu İngilizce öğretim yapan bir yerde okutma çırpınışı
değil, çocuğuna İngilizce, daha doğrusu bir yabancı dil
öğretme çırpınışıdır. ''Yabancı dilde öğretim'' saçmalığına
sapmadan ''Yabancı dil öğretimi''ni başarabilirsek, öbür
yanlışların yanlışlığı da kendiliğinden ortaya çıkar; daha
da önemlisi, bu yanlışlar birer doğruya dönüşmekten
kurtulur: Bilim dili olarak işlenmeyen dil, hem de Türkçe
gibi son derece elverişli bir dil, elbette zamanla
büsbütün yoksullaşacaktır. Bilim dili olarak zenginleşmiş
bir Türkçe'nin yanında sağlam bir yabancı dil öğretimi ise
kaynak sorununu kendiliğinden çözecektir.
Hollanda'sından Japonya'sına, İsveç'inden İtalya'sına kadar
bütün uygar ve onurlu dünyanın yaptığı da budur.
Kendi çocuklarına İngilizce eğitim vermek,
ancak sömürgelikten yeni kurtulan ve geliştirilecek doğru
dürüst tek bir dili olmayan ülkelerin tutkusu.
Ya da,
çaresizlik karşısında tutundukları bir çözüm.
Acaba
bizim çözümümüz yararlı olmuş mudur? Anadolu Liseleri
modelinden başlayıp üniversitelere kadar uzanan yabancı
dilde öğretim zincirinin başarı derecesi nedir?
‘’Öğretmen
Dünyası’’ dergisinin Eylül sayısında Hacettepe Üniversitesi
Tıp Fakültesi öğrencilerinden Doğan Uyar'ın ilginç bir
yazısı çıktı. Öğrencinin gözlemlerini şöyle
özetleyebilirsiniz:
1 ) Herkes
en iyi anadiliyle düşünür. Derslerin İngilizce işlendiği,
öğrencinin İngilizce düşünmeye ve öğrenmeye zorlandığı bir
eğitim yapay bir ortam yaratmakta, öğrenim yavaşlayıp verim
düşmektedir. Ezbercilik eğilimi
daha da artmaktadır.
2 ) Kendi
İngilizce düzeyleri de yeterli olmayan hocaların öğretme
yöntemleri sürekli yazdırmaya ve not tutturmaya dönüşmüş,
yabancı dilde not tutmanın güçlüğü yüzünden de ders
çıkışında ilk koşulan yer, not tutabilenlerin notlarını
çoğaltan fotokopiciler olmuştur.
3 )
Yabancı dilde konuşma ve soru sorma güçlüğü, zaten çekingen
olan öğrencilerin büyükçe bir bölümünü büsbütün
suskunlaştırmıştır. Öğretenlerle
öğrenenler arasında gerçek ve doğal bir iletişim yoktur.
Böyle
gülünç yüksek öğretim olmaz.
Bir
yabancı dili doğru dürüst öğretmek, Latince ve Yunanca
kökleriyle birlikte terimlerin yabancı karşılıklarını
belirtmek ve yabancı dili gerçekten kullanılabilir bir araç
durumuna getirmek başka şeydir, İngilizce öğretmek uğruna
yarım yamalak bir yüksek öğrenim vermek başka şey.
Ortaöğretimdeki durum daha da gülünçtür. Bir iki başarılı
örnek, ülke çapında oynanan komediyi göz ardı etmeye yeter
mi?
Yabancı
dil öğretimi ile yabancı dilde öğretim kavramlarını
birbirinden ayırmadıkça Türkiye bu gülünçlükten kurtulamaz.
Aslında
bakarsanız, bir facia söz konusudur: Türkçe'nin canını
okumaya, Türk bilim çevreleriyle Türkiye'nin halk yığınları
arasında yeni uçurumlar açmaya ve Türkiye'nin
yetiştirebileceği seçkin insan gücünü dışa aktarmaya yönelik
bir cinayet.
Bu cinayet
önlenmelidir.