haziran 1999 sayı:6

Ana Sayfa + Kapsama AlanıKünye

KUNDUZ

 

dil (Os. Lisan, Nutuk, Kelâm, Zebân; Fr. Langue, Al. Zunge, ing. Language, it. Lingua) insanların duyduklarını ve düşündüklerini anlatmat için kullandıkları söz dizgesi... Dil, toplumsal bir olgudur ve başkaları için varolan pratik bilinçtir. Bilinçle birlikte varolmuş ve onunla karşılıklı etkileşerek gelişmiştir... Dilsiz hiç bir düşünce varolamaz, insan kendi kendine düşündüğü zaman bile ancak sözcüklerle, eşdeyişle dille düşünebilir. Dille düşünce arasında çözülmez bir birlik vardır... Dille düşüncenin karşılıklı etkileşimle birbirlerini geliştirebilmeleri için düşüncenin aydınlık (eşdeyişle nesnel gerçekliği yansıtıcı) ve dilin anlaşılır (eşdeyişle nesnel gerçekliği yansıtıcı) olması gerekir, dili anlaşılır kılmak için yapılan dil özleştirmelerinin temel nedeni budur. Dil ancak anlaşılır olmakla türetilebilir ve ancak türetilebilir olmakla düşünceyi geliştirebilir. Bundan ötürüdür ki düşünceyi geliştiremeyen dilin kendisi de gelişemez. Orhan  Hançerlioğlu

Görünen dünya da bizim kendi faaliyetlerimizin sonucudur. işitilen dünya da aynı şekilde bizim kendi faaliyetlerimizin bir sonucudur.
·        Dil dışarıya çevrilmiştir ve başlıca da görünen dünyaya yönelmiştir.
·        Şeyleri kelimelerle düşündüğümüzden, var olsunlar olmasınlar, görülsünler görülmesinler, her çeşit şeyleri düşünebiliriz.
·        Geçmişteki ve gelecekteki şeyleri düşünebiliriz ve bunlar üzerinde konuşabiliriz. Keza mekan bakımından pek uzak olan şeyler üzerinde de konuşabiliriz. Zaman ve mekanı bize açan sadece dildir.
·        Konuşma ve düşünmede görülür dünyanın doğrudan doğruya olan tesirinin yükünden kurtuluruz, ve geçmişteki, ve uzaktaki şeylerden bahsederiz.
·        Görmek subjektiv bir olgudur. Bir başka insan, mekanın bir başka yerinde durduğundan, benim gördüğümün aynını-tıpkı tıpkısına görmez. Ama kelimelerimiz  başkaları tarafından işitilir, biz de başka insanların kelimelerini duyarız. Bir şey söylediğimiz zaman başkalarının da bizim gibi aynı düşünceleri olduğuna emin olabiliriz. Başka insanlara gördüklerimizi de söyleyebiliriz. Dil benim görülen dünyamı başka insanların düşüncelerinin içine ulaştırır.
·        Bildiklerimizin çoğunu, başkalarından biliriz, çünkü onlar bize bunu söylemişlerdir. Bu, her türlü kültürün ve her türlü ilerleminin şartıdır. Arnold Gehlen


Kelimelerle birlikte bir şeyi göremeyenler ve kelimelerle bir şeyi düşünemeyenler, dil ile varlık-dünyası arasında bir bağ kuramazlar. Bu nedenle ancak varlık-dünyasında bir şey gören ya da görebilen bir insanın elinde dil ile varlık-dünyası arasında objektif bir bağ kurabilir. Bu objektifliği kaybeden, yani varlık-dünyasında bir şey göremeyen bir kimse, dili de gelişigüzel kullanır...

Bir şeyi kendi öz dili ile gören ve düşünen bir insan, o şeyi kendi dili ile mutlaka anlatabilir. Bir şeyi, düşünülen ve görülen bir şeyi, kendi dili ile anlatamayan bir kimse, ezbere gören ve ezbere düşünen, yani varlık-dünyasında bir karşılığa dayanmadan söz söyleyen, yazı yazan kimsedir. Çünkü insan bir şeyi görür ve düşünürken, dil ile birlikte görür, birlikte düşünür. Ancak sonradan daha uygun, daha keskin anlatım şekilleri aramak söz konusu olabilir...

Düşünme ile dil, görme ile dil arasında sıkı bir ilişki vardır. Yaratıcı bir görme, yaratıcı düşünme, dilde de yaratıcı olur...

Bir insan topluluğunda düşünme ve görme, bilim ve felsefe, sanat ve teknik yoksul olduğu ölçüde, dil de yoksuldur. Çünkü böyle bir durumda dilin varlık-dünyası ile, hayatla olan ilgisi azalır; ve varlık-dünyasına başka insan gruplarının düşünüş ve görüşü aracılığıyla varılmak istenilir...

Bir insan, varlık-dünyasında peşin olarak  kendi dili ile, kendi gözüyle bir şeyi görmeli. ...Bir dil ile ne kadar düşünülür ve ne kadar görülürse, o dil de o ölçüde gelişir; çünkü görme ve düşünme ile dilin gelişmesi arasında bir paralellik vardır...

Dünün aydını Arapça ve Farsça düşünmüş, dilimize bol sayıda bu dillerden bir çok klişeler sokmuştur. Bugünün aydını Fransızca, ingilizce, Almanca düşünmekte, bundan dolayı da dilimize bu dillerden, özellikle Fransızcadan yine çok sayıda sözcük sokmaktadır. Ya da dil-ırkçılığı yaparak sözcük uydurmakta ve yakıştırmaktadır. Bütün bu yanlış yollarda yürümeyi önleyebilecek, bütün bu karışıklıkları ortadan kaldıracak biricik dayanak, düşünme ve görme bağımsızlığıdır. Her aydına düşen iş, bu bağımsızlığı kazanmaktır, yani kendi dili ile düşünmek, kendi dili ile görmek, düşündüklerini, gördüklerini kendi dili ile anlatmaktır. Takiyettin Mengüşoğlu


Birinci Dil Kurultayı
’nda seçilen Yönetim Kurulu, Atatürk’ün başkanlığında yaptığı oturumdan sonra Dil Devrimi’nin amacını saptamakta güçlük çekmemiştir. 17 Ekim 1932’de yayımlanan bildiride şöyle denilmişti:
1- Türk dilini ulusal kültürümüzün eksiksiz bir anlatım aracı durumuna getirmek, / Türkçeyi çağdaş uygarlığımızın önümüze koyduğu bütün gereksinmeleri karşılayacak bir yetkinliğe erdirmek,  2- Bunun için, bugün yazı dilinden Türkçeye yabancı kalmış öğeleri atmak.
Halkçı bir yönetimin istediği biçimde, halk ile aydınlar arasında nitelikçe ayrı iki dil varlığını ortadan kaldırmak.
Ana öğeleri öz Türkçe ulusal bir dil yaratmak.
Türk Dili, 3 (1933)


Ulusal duygu ile dil arasında bağ çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin.
Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyundurluğundan kurtarmalıdır.
M.K. Atatürk (2 Eylül 1930)


Düşünce üretmeyi kendisine eksen almayan bir dilin gelişmesi olanaksızdır.
Türkçenin bir düşünce dili olmaması ya da Türkçede düşünce üretilmemesi bizi bu çıkmaza itmiştir... Sanat bir biçim_dil ya da bir üstdildir. Her biçimdil belli bir estetikle bütünleşerek ortaya çıkar. O esteteğin özgüllüğünü bilmiyor, onu genel çerçeve içinde kendisine özgü boyutlarla bir yere oturtmuyorsanız bağlamında üretilmiş şeyi de anlamanız olanaksızdır. Katılmak zorunda değilsinizdir bir estetiğe ama, hiç değilse onun niteliğini ve özgünlüğünü kavramak bir sorumluluktur. Bu da düşünsel bir çabayı daha işin başında gerektirir. Türkiye bu noktaya varmadığı için estetikler kendi kuramcılarını, kendi izlerçevrelerini yaratmamıştır. Yanısıra ve daha da vahimi sanatçılar bizde tümüyle içgüdüsel yönelimler içindedirler. Oysa artık sanat_düşünce arasında kopmaz, birbirini kesinkes üreten bir ilişki vardır. Bunu yakalamadıkça özgün bir sanat üretimi olanağı yoktur. Bu da bizi yeniden dil sorununun karşısına getirir.
Hasan Bülent Kahraman, 31 Mayıs 1995 Milliyet


Bugün gençlerimizin bilgilerini ve düşüncelerini gerektiği gibi anlatıp yazamadıklarından yakınılıyor. Bunda dilimizin, elbetteki, büyük payı var. Çünkü bugünün genci anlamını açık olarak bilmediği, ancak yarımyamalak sezdiği bir yığın yabancı sözü ezbere kullanıyor.
Macit Gökberk, 1980


Bugün Türkiye güçlü bir ülke ve ulus olmak istiyorsa, dilini her alanda kullanmak, kullandırmak, geliştirmek zorundadır. Dil, bir toplumun düzeyini, gelişmişliğini gösteren bir aynadır. Üniversite, bir toplumun düşünce ve bilgi lokomotifidir. Orada kendi dilimizi kullanmazsak, nasıl güçlü bir ülke olabiliriz?
Prof.Dr. Demir inan  12 Kasım 1994 Milliyet


Türkçe
çok kısa bir zaman içinde öğrenilebilir. Satrançta kurallar mantıklı, basit ve az sayıdadır. 7 yaşındaki bir çocuk bile satranç oynamasını öğrenebilir. Bu kolaylığa karşın satranç oynayan kişi hayatı boyunca sıkılmaz. Aynı durumun Türkçe dil bilgisi sisteminde de bulunması bence çok büyülü bir özellik.
Dr. J. Van de Walle (Doğu Dilleri ve Kültürleri Merkezi Başkanı) 18 Mayıs 1999 Cumhuriyet


Bir dilin en basit, en sıradan sözcüklerini yan yana koyup senfonilerin duyuramayacağı sesleri duyurmak, tabloların veremeyeceği görüntüleri vermek müthiş bir yetenek:

Bir tuğla kurtulur kuleden, ayna çatlar.
irin rengi bir ay yuvarlanır damlarda,
Şimşeklerle aydınlanan camlarda
Uzamış yüzler belirir: Sen, hepsi de sen!

Tuğla, kule, ayna, kurtulmak, çatlamak... Hiç şiir düşünmediğimiz durumlarda dilimizde dolaşan sözcükler. Ama Oktay Rifat onları sıraladığı zaman bir yığın rejisörün yüzlerce metrelik filmler oluşturamayacağı bir gerilim çerçevesi hemen oluşmakta: “Bir tuğla kurtulur kuleden, ayna çatlar.”
insanlarımıza bol şiir okutabilseydik, daha doğrusu birbirini yeme köşe dönme hengamesinden başlarını kaldırtıp “irin rengi bir ayın damlarda yuvarlanışı”nı gösterebilseydik, Türkçe bugünkü rezilliğin içine düşmezdi herhalde... Mümtaz Soysal,  Nisan 1988 Milliyet

Konfüçyüs'e sordular: "Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız yapacağınız ilk iş ne olurdu?" Büyük filozof, şöyle cevap verdi: Hiç kuşkusuz, dili gözden geçirmekle işe başlardım. Şöyle ki: Dil kusurlu olursa, sözcükler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılmazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun içindir ki  dil, çok önemlidir!"